Kültür Sanat
Deniz Sağdıç ile Atıkların Dönüştüğü Sanat: “Çöp Olan Nesneleri Yeniden Hayata Döndürüyorum”
BossLife Özel Haberi

Büyüme hikayenizi özetleyebilir misiniz?
Cam tasarımı konusunda ustalaşmış bir ailenin çocuğu olarak Mersin’de dünyaya geldim. Babamın cam atölyesinde ilk vitray çalışmalarımı yapmaya başladığımda henüz okula bile başlamamıştım. Büyüdüğümde sanata yönelik bir bölümde okumam bu bakımdan kimseyi şaşırtmamıştır. Resim bölümünde eğitim aldığım Güzel Sanatlar Fakültesi’nden fakülte birincisi olarak mezun oldum. Mersin’de daha üniversite öğrencisiyken kurduğum atölyeme ve mezuniyet derecemin getirdiği akademik yönlendirmelere rağmen ülkenin sanat başkentine, İstanbul’a gelerek sanat çalışmalarıma başladım. O günden sonraki süreçte birçok ulusal ve uluslararası projede yer aldım.
Obje ve atık malzeme kullanmak nereden aklınıza geldi?
Yaklaşık 4 yıl önce başladığım Ready-ReMade isimli bir projede amacım; güncel sanatın unsurlarını klasik sanatın malzeme ve biçimleriyle bir araya getirmekti. Bu projede, günlük hayatta belli bir işleve yönelik olarak üretilerek, kullanılmış hazır, buluntu (ready-made) nesneleri çeşitli müdahale ve düzenlemelerle sanat eseri haline getiriyordum. Bir gün kullanılmış Denim pantolonları bu yaklaşımla kesip, biçip yeniden düzenlerken Denim’in bir malzeme olarak neredeyse sınırsız olan imkanlarının yanında taşıdığı kavramsal anlamları da keşfettim. Böylece denim üretici firmalardan ve ikinci el kumaş satan yerlerden denim kumaşı ve denim giysileri toplayarak Denim ile yoğun olarak çalışmaya başladım. Zaman ilerledikçe denim kullanımında keşfettiğim tekniği birçok malzemeye uygulamaya başladığımda her türlü materyalin benim paletim olabileceğini anladım ve kullanmaya başladım.
Birçok portre yaratıyorsunuz. Bunlar, bilinç altınızın ortaya çıkardığı görüntüler mi?
Çalışmalarımçoğunlukla portrelerden oluşuyor, bunun benim için başlıca nedeni –bakış bakmak diyebilirim çünkü göz teması kurmak insanın en temel eğilimidir. Portrelerimi seçerken spesifik olarak bir yüz karakteri aramaktan öte size direkt olarak bakmasını istediğim yüzler seçiyorum. Dolayısıyla seçimlerim size bakan portreler oluyor. Size baktıkları için tepki olarak geri dönüt veriyorsunuz ve bu noktada iletişim başlıyor. İletişim başladığında ise eserlerimin söyleyeceği çok şey oluyor ve bu diyalog izleyiciyle başlamış oluyor.
Dünyaca ünlü tekstil markalarının ve sanat severlerin dikkatini çekiyorsunuz. Markalar ile birlikte özel çalışmalar yapıyor musunuz?
20.yüzyıl itibariyle özellikle çeşitli markalar sanat ve sanat dilini kullanarak insanları tüketime
yönlendirdi. Sürekli olarak kişilik inşası için sanat kullanıldı. Bende bu noktada aynı şekilde sanatın doğru kullandığında tüketmek yerine, bilinçli tüketmek, tükettiğimiz nesnelerin nelere sebep olduğunu ve daha nitelikli tüketimin inşa edilebileceğini düşünüyorum. Markalarla işbirliğini çok önemsiyorum çünkü markalar direkt tüketiciyle bağlantı kuran, tüketicinin algısına yön veren önemli yapılardır. Şuan geldiğimiz noktada markalar sanatın dilini kullanarak sürdürebilirliği ön plana çıkartacak çalışmalar yapmaya başladı. Bende sanatımla tüketim kültürünün yön değişmesine ilham yaratarak gelecek nesiller için katkı sağlamaya çalışıyorum.
Tabloların değerini nasıl belirliyorsunuz?
Tabloların değerini en son talep eden koleksiyoner belirler. Tabii bir sanatçı için süreklilik ve devamlılık çok önemlidir. 20 yıllık bir sanat geçmişi kendi değerini zaman içerisinde ortaya koyar.
Dünyada ve Türkiye’de sürdürülebilirliğin geleceğini nasıl görüyorsunuz; bu bir heves mi, yoksa nihai değişimin ayak sesleri mi?
Dünyanın ve Türkiye’nin sürdürülebilir politikaları mevcut. Birleşmiş milletlerin bu konuya yönelik çok ciddi kalkınma planları da var. Fakat bu soruya ben toplumsal değil bireysel olarak yaklaşmak istiyorum çünkü değişim öncelikle bireyde başlar.
Ben atık malzemelerle çalışmadan önce de bir şeyleri atmaya kıyamayan biriydim. İnsanların bir şeyin tamamen tüketilmiş olmasıyla ilgili endişelerini çöp konteynerlerine baktığınızda anlayabiliyorsunuz. Kimi nesne ve objeler çöpe atılmamış da kenarına bırakılmış olurlar. Bu nesneleri oraya bırakanlar bunlarla vedalaşmış ama başkalarının onları hala kullanabileceğini düşündükleri için çöpe atmamışlar. Ben böyle nesne ve objeleri öteden beri topluyordum. Son yıllarda atık malzemelerle çalıştığım için zaten hiçbir şeyi çöpe atmıyorum. Belki benim yaptığım gibi her şeyi bir gün lazım olabilir diye depolamak herkes için mümkün olmayabilir ama en azından herkes nelere ihtiyacı olduğunu daha keskin hatlarla belirleyebilirse her birimiz çok daha az tüketen, ya da ihtiyaçları sınırında tüketen bireyler haline gelebiliriz.







Batman şehrinin küçük bir köyünden çıkıp, dünyaya açılan bir hikayeniz var. Kısaca büyüme hikayenizden bahseden misiniz?
Masallarla ve doğayla ilişkisi kopmamış bir çocuk olarak büyüdüm. Beni tek başına düşsel yolculuklara çıkaran bu masallardı. Büyüdükçe onların izinden gitmeyi bırakmadım. Dünyaya dair ilk sezgilerimin ve sanat üretimlerimin kaynağı oldular. Masallardaki gibi yolculuk boyunca karşıma çıkan güçlüklerle mücadele ederek, değişerek ve olgunlaşarak bugün olduğum kişiyim. Belleğimdeki imgeleri yüzeye aktarmayı deneyerek başladım sanat serüvenime. Mitlerin anlatısı geçmişten geliyordu, ancak esneklikleri ve kendilerini dönüştürme eğilimleri sayesinde kolayca başka bir dile çevrilebilirdi ve şimdiye ait düşüncelere göre yorumlanabilirdi. Yaşadığım coğrafya genelinde yürüttüğüm saha araştırmalarında bu imgelerin ve anlatıların izini sürerek işlerimde yorumladım. Çocukluğumun geçtiği Batman’dan ayrılıp İstanbul’a yerleştikten sonra Beyoğlu’nda atölyemi açtım. Benim için bir eşikti, farklı üretim teknikleri denemeye başladım. Hareketli imgeye odaklanan işler de ürettim. Çok disiplinli bir yaklaşım benimsedim. Eserlerim müze ve galerilerde sergilenmeye başladı. Artık dünyanın geri kalanında sanat üretimlerimin görünür olacağı bir döneme doğru ilerliyordum.
Ahmet Güneştekin, kendi tarzını nasıl açıklıyor? Uluslararası düzeyde örnek aldığınız bir sanatçı oldu mu?
Tuval üzerinde uzun bir süre çalıştıktan sonra tuvalin sınırlarının beni zorlamaya başladığını anlamıştım. Değişik materyalleri ve ortamları kullanmak istiyordum, o zaman boyutlu işler çalışmaya başladım. Başkalarının sınırlar gördüğü yerde ben yeni olanaklar bulmak istiyordum. Yüzey üzerinde de hareketli görüntüler üzerinde de çalışmayı seviyorum. İşlerimi nesnelerle de kurgulayabilirim, ses yerleştirmesi inşa ederek de. İfade ortam ve araçlarım farklılaşabiliyor. Hangi ortam ve malzeme düşüncemi ifade etmemi sağlıyorsa onu elverişli bir şekilde kullanmanın yolunu bulmaya çalışıyorum. Bir yöntemin doğal sınırlarının olması beni rahatsız ettiğine o sınırlara karşı alternatifler oluşturuyorum. Ama her durumda uygulamadan önce bazı temel sorular etrafında geliştiriyorum düşüncelerimi. Teknik olanak ve malzeme sınırsızlığı, beni her zaman tercih yapmakta zorlanacağım sonsuz bir çeşitlilik evrenine yönlendiriyor. Bu çeşitlilik sergilerimin seçkisini etkiliyor. Devam eden sergimde, Gâvur Mahallesi’nde nesneleri kullandığım enstalasyonlar, video yerleştirmeler, heykeller klasikleşmiş tuval işlerimde birlikte sergileniyor. Farklı disiplinlerden tüm bu çalışmalar elbette belli bir örüntüye yerleşiyorlar.
Görsel ve sinemasal bir çağda yaşıyoruz. Yaşadığımız çağı tanımlayan çağdaş sanatçıları düşünüyorum: Anselm Kiefer, Damien Hirst, Jeff Koons ve Anish Kapoor, Andy Warhol, Jean-Michel Basquiat, Ai Weiwei, Tracey Emin, Marina Abramović, Francis Bacon, Yayoi Kusama, Banksy, David Hockney. Modern sanatı yaratan sanatçıları düşünüyorum: Kazimir Malevich, Jackson Pollock, Wassily Kandinsky, Piet Mondrian, Mark Rothko ve Gerhard Richter gibi. Hepsinin üzerimde bir etkisi olduğunu biliyorum. Her birinin sanat pratiğinin belirli bir geleneğe dahil olduğunu söyleyebilirim belki yine de kesin yakından baktığımızda sınırlardan söz edemiyoruz.
Dünyanın en önemli galerileri arasında yer alan Marlborough Gallery ile çalışmıştınız. Uluslararası sanat yolculuğunuzda farklı sanat fuarlarında yer almayı planlıyor musunuz?
Bugüne kadar New York’tan Hong Kong’a, Amsterdam’dan Dubai’ye çağdaş sanat üretimlerinin sergilendiği sanat fuarlarında işlerim sergilendi: Art Basel, Frieze, Arco Madrid, Art Dubai, The Armory Show, Art Breda vb. gibi. Bir süredir kişisel sergilere ağırlık veriyorum ama bu platformlarda işlerimi görmeye devam edeceksiniz. Marlborough Gallery ile eş zamanlı olarak çalışmaya başladığım pek çok sanat galerisiyle ilişkilerim devam ediyor. Gelecek iki yılın programı büyük ölçüde netleşti. Önümüzdeki yıl Litvanya’da Samogitian Sanat Müzesi’nde kişisel sergim açılacak. 2024 yılı için Venedik Sanat Bienali’ne hazırlanmaya başladım. Yine aynı yıl Moskova Modern Sanatlar Müzesi’nde işlerim sergilenecek. Şu anda yoğun bir şekilde DG Art Gallery’de 8 Aralık’ta açılacak sergim için çalışıyorum.
Eserleriniz genel olarak kimlerin ilgisini çekiyor?
Sanatçının duygusundan farklı olarak, izleyicinin ya da alıcının kimsenin bilemeyeceği bir nedeni olabiliyor beğenisinin ardında. Aynı esere bakan kişilerde her zaman farklı algılar oluşuyor, çünkü farklı deneyimlerden geçmişler. İşlerim çok geniş bir yelpazede izleyici kitlesinin ilgisini çekiyor. Bu esasında benim arzu ettiğim bir şey. Sadece üretmek değil ürettiklerimi izleyicisine ulaştırma sorumluluğu duyuyorum. Her sanat üretimi, evreni anlamayı ve yorumlamayı sağlayan etkili bir iletişim bir aracı. Benim için, eser izleyici kitlesini sanatın içine çekebilirliğiyle, izleyiciyi onu görmeden önceki psikolojik halinden arınabilmiş biçimde başka bir evrene taşınabilirliğiyle değer kazanıyor.
Örneğin Hafıza Odası sergisi en kişisel sergilerimden biriydi. Sergilenen işlerin, özellikle video ve enstalasyonların sergilenme biçiminin, izleyiciye tartışma alanı açtığını gördüm. Belirli nesneler yaşananları unutmamamız için inatçı hatırlatıcılar olarak karşımıza çıkabiliyor. Sergi süresince düzenlediğimiz konuşmalarda da bunu yakından gözlemledim. Enstalasyonda kullandığım çocukluğumun nesnelerinden biriydi ve benim kişisel belleğimdi. Ama aynı zamanda izleyicinin bu eserle kurduğu ilişki yakın geçmişimizin acı deneyimleriyle oluşan kolektif belleğe ekleniyordu.
Birçok ülkede eserleriniz yer alıyor. Müzelerde, galerilerde, şirketlerde veya evlerde… Dünyaya yayılmış olmanın içinizde yaratmış olduğu duyguyu açıklayabilir misiniz?
Kültür ve sanat alanında üretilen her şey düşünceye açılan patikaları keşfetmek için değil mi? Sahip olduğum düşünme araçlarıyla bunu nasıl yapabileceğime odaklandım her zaman. Bilinmeden önce de sonrasında da hep bu duyguyla çalıştım. Kendimize dair kurduğumuz yaşam öyküleri sayesinde var oluyoruz. Ben uzak ve yakın geçmişin hikâyeleri etrafında çalışıp bu anlatılara yönelen araçları kullanmayı seçtim. Yeniden biçimlendirmeye tabi tutmadan geçmişi anımsamanın bir yolu olmadığını biliyorum. Dolayısıyla ürettiğim işlerde geçmiş olayları anlatıya dönüştürürken mitle birlikte dilin ortak araçlarından yararlanmak çok doğal geliyor bana. Sanat bu patikaları keşfetmenin bir yolu.
Paha biçilemez diyebileceğiniz bir eseriniz var mı?
Sanat piyasasında doğal olarak her eserin için bir değişim değeri oluşur. Ama ben işlerimi sadece bu değişkenlerle düşünmek istemiyorum. Bir yapıtın değeri neyle ölçülür, unutulmaz işler nasıl yapılır gibi sorular daha çok ilgimi çekiyor. Unutulmayan, sizinle özdeşleşen işler kesin bir formülü yok. Yapabilenler, olaylara benzersiz bir bakma biçimine sahip olanlar, önsezilerini ifade etme ve iletme konusunda özgün seslerini bulmuş olanlar. Her ne kadar geçmiş işlerimin yapı taşlarından biri olsa da geçmişi yorumlarken ve çalışırken her zaman şimdideyim. Mitoslar aynı sanat gibi geçmişi ve şimdiyi sentezleme kapasitesine sahipler ve bu eski hikayeler anlatı açısından hayal ürünü olsa da günlük insan deneyimlerinden çok uzak değiller. Pek çok disiplinde mitoslara sürekli geri dönüş yaşanıyor. Yani zaman esnektir, ama bence nesneler de öyle. Ben düşüncelerle ve materyallerle oynuyorum ve insanlar oyunlarıma dahil olmayı seçiyorlar. Sergilenme pratikleri de artık sanatın üretimine içkin. O nedenle bugüne kadar ürettiğim ve sergilediğim her işin değerine, onu yaratan bakışla birlikte onu izleyen bakışın da eklendiğini düşünüyorum.






Kültür Sanat
Zerzevan Kalesi Geleceğe Taşınıyor: 3 Bin Yıllık Miras Ayağa Kalkıyor

Türkiye’nin tarihi derinliğini simgeleyen yapılarından biri olan Diyarbakır’daki 3 bin yıllık Zerzevan Kalesi, kapsamlı bir restorasyon sürecine girdi. Roma İmparatorluğu döneminde askeri garnizon olarak inşa edilen ve günümüzde hem yerli hem de yabancı turistlerin ilgi odağı olan kale, yürütülen bilimsel kazılarla geçmişe ışık tutarken, artık gelecek kuşaklara taşınmak üzere restore ediliyor.
UNESCO Listesi’nde, Dünyada Eşi Olmayan Bir Tapınak
2020 yılında UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi‘ne giren Zerzevan Kalesi, yalnızca mimari yapısıyla değil, dünya arkeolojisinde Mithras Tapınağı’nın bulunduğu son askeri yerleşim olarak da öne çıkıyor. Kale, yılın 12 ayı boyunca süren kazı çalışmaları sayesinde adeta tarih kitaplarını yeniden yazdırıyor.
Tarihin Kalbine Yolculuk: 1000 Dönümlük Keşif
2014 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı öncülüğünde Diyarbakır Valiliği, Çınar Kaymakamlığı, Dicle Üniversitesi ve Diyarbakır Müzesi iş birliğiyle başlatılan kazı çalışmalarında şimdiye dek:
- 15 metre yüksekliğinde ve 1200 metre uzunluğunda surlar
- 21 metre yüksekliğinde gözlem ve savunma kulesi
- Kilise, yönetim binası, konutlar
- Silah ve tahıl depoları
- Kaya mezarları, su kanalları ve 63 su sarnıcı
- 400 kişilik yer altı sığınağı
- Gizli geçitler
- Ve Mithras dinine ait yer altı tapınağı gün yüzüne çıkarıldı.
Restorasyon Başladı: İlk Hedef Güney Kule ve Büyük Kilise
Kazı Başkanı Prof. Dr. Aytaç Coşkun’un verdiği bilgiye göre, bu yıl kazılarla eş zamanlı olarak ilk restorasyon adımı da atıldı. 37 kişilik uzman bir ekip tarafından yürütülen çalışmalarda, kaledeki büyük kilise ve güney kule restore ediliyor. Yapıların orijinal dokusuna zarar vermeden, modern tekniklerle koruma altına alınması hedefleniyor.
Yapılan uygulamalar arasında:
- Capping: Yüzeyleri zamanla tahrip olan tarihi duvarlara koruyucu üst kaplama,
- Güçlendirme ve enjeksiyon: Çatlakların onarılması ve yapısal sağlamlığın korunması yer alıyor.





Kültür Sanat
Justin Timberlake’in İstanbul konserine yurt dışından yoğun ilgi

ABD’li ünlü şarkıcı Justin Timberlake’in 30 Temmuz’da İstanbul Teknik Üniversitesi Stadyumu’nda vereceği konser, sadece Türkiye’den değil Avrupa, Asya ve Arap ülkelerinden de büyük ilgi görüyor. Live Nation ve Stagepass organizasyonuyla, Biletinial işbirliğiyle düzenlenen etkinliğin bilet satışlarında yaklaşık 12 bin bilet yurt dışından satın alındı.
Konserin İstanbul turizmine önemli bir canlılık kazandırması beklenirken, müzikal etkinliğin yanı sıra kent ekonomisi ve kültürel hayatına da katkı sağlaması öngörülüyor. Bu büyük buluşma, İstanbul’u uluslararası müzik sahnesinde yeniden ön plana çıkaracak önemli bir etkinlik olarak değerlendiriliyor.

-
Ekonomi2 ay önce
Albayrak Beton Başkanı Erdal Albayrak: “Güvenli Binalar İçin Beton Mikserlerine Trafikte Geçiş Üstünlüğü Tanınmalı”
-
Savunma Sanayi1 ay önce
ASELSAN ile Savunma Sanayii Başkanlığı Arasında 71,9 Milyon Dolarlık Anlaşma
-
Ekonomi2 ay önce
Yatırım Teşviklerine Sınırlama, Ar-Ge Desteklerine Yeni Düzenleme Geliyor
-
Sağlık1 ay önce
Türkiye, 2024’te Sağlık Turizminden 3 Milyar Dolar Gelir Elde Etti
-
Ekonomi2 ay önce
Neşecan Çekici: “Gayrimenkul Sektöründe Yeni Bir Sayfa Açıldı” Yatırım Teşvikleri ve Ar-Ge Desteklerine İlişkin Yeni Düzenlemeler Yolda
-
Sağlık1 gün önce
AĞIZ SAĞLIĞINDA YENİ DÖNEMİN TEMSİLCİSİ: DT. ABDULLAH BİLGİÇ
-
Uncategorized3 hafta önce
Dondurmanın Efendisi Mehmet Kanbur’un Hikayesi MADO
-
Otomotiv1 ay önce
Haziran Ayının İhracat Şampiyonu Otomotiv Oldu