Kültür Sanat
Batman’dan Dünyaya Uzanan Bir Sanatçı: Ahmet Güneştekin
BossLife Özel Haberi

Batman şehrinin küçük bir köyünden çıkıp, dünyaya açılan bir hikayeniz var. Kısaca büyüme hikayenizden bahseden misiniz?
Masallarla ve doğayla ilişkisi kopmamış bir çocuk olarak büyüdüm. Beni tek başına düşsel yolculuklara çıkaran bu masallardı. Büyüdükçe onların izinden gitmeyi bırakmadım. Dünyaya dair ilk sezgilerimin ve sanat üretimlerimin kaynağı oldular. Masallardaki gibi yolculuk boyunca karşıma çıkan güçlüklerle mücadele ederek, değişerek ve olgunlaşarak bugün olduğum kişiyim. Belleğimdeki imgeleri yüzeye aktarmayı deneyerek başladım sanat serüvenime. Mitlerin anlatısı geçmişten geliyordu, ancak esneklikleri ve kendilerini dönüştürme eğilimleri sayesinde kolayca başka bir dile çevrilebilirdi ve şimdiye ait düşüncelere göre yorumlanabilirdi. Yaşadığım coğrafya genelinde yürüttüğüm saha araştırmalarında bu imgelerin ve anlatıların izini sürerek işlerimde yorumladım. Çocukluğumun geçtiği Batman’dan ayrılıp İstanbul’a yerleştikten sonra Beyoğlu’nda atölyemi açtım. Benim için bir eşikti, farklı üretim teknikleri denemeye başladım. Hareketli imgeye odaklanan işler de ürettim. Çok disiplinli bir yaklaşım benimsedim. Eserlerim müze ve galerilerde sergilenmeye başladı. Artık dünyanın geri kalanında sanat üretimlerimin görünür olacağı bir döneme doğru ilerliyordum.
Ahmet Güneştekin, kendi tarzını nasıl açıklıyor? Uluslararası düzeyde örnek aldığınız bir sanatçı oldu mu?
Tuval üzerinde uzun bir süre çalıştıktan sonra tuvalin sınırlarının beni zorlamaya başladığını anlamıştım. Değişik materyalleri ve ortamları kullanmak istiyordum, o zaman boyutlu işler çalışmaya başladım. Başkalarının sınırlar gördüğü yerde ben yeni olanaklar bulmak istiyordum. Yüzey üzerinde de hareketli görüntüler üzerinde de çalışmayı seviyorum. İşlerimi nesnelerle de kurgulayabilirim, ses yerleştirmesi inşa ederek de. İfade ortam ve araçlarım farklılaşabiliyor. Hangi ortam ve malzeme düşüncemi ifade etmemi sağlıyorsa onu elverişli bir şekilde kullanmanın yolunu bulmaya çalışıyorum. Bir yöntemin doğal sınırlarının olması beni rahatsız ettiğine o sınırlara karşı alternatifler oluşturuyorum. Ama her durumda uygulamadan önce bazı temel sorular etrafında geliştiriyorum düşüncelerimi. Teknik olanak ve malzeme sınırsızlığı, beni her zaman tercih yapmakta zorlanacağım sonsuz bir çeşitlilik evrenine yönlendiriyor. Bu çeşitlilik sergilerimin seçkisini etkiliyor. Devam eden sergimde, Gâvur Mahallesi’nde nesneleri kullandığım enstalasyonlar, video yerleştirmeler, heykeller klasikleşmiş tuval işlerimde birlikte sergileniyor. Farklı disiplinlerden tüm bu çalışmalar elbette belli bir örüntüye yerleşiyorlar.
Görsel ve sinemasal bir çağda yaşıyoruz. Yaşadığımız çağı tanımlayan çağdaş sanatçıları düşünüyorum: Anselm Kiefer, Damien Hirst, Jeff Koons ve Anish Kapoor, Andy Warhol, Jean-Michel Basquiat, Ai Weiwei, Tracey Emin, Marina Abramović, Francis Bacon, Yayoi Kusama, Banksy, David Hockney. Modern sanatı yaratan sanatçıları düşünüyorum: Kazimir Malevich, Jackson Pollock, Wassily Kandinsky, Piet Mondrian, Mark Rothko ve Gerhard Richter gibi. Hepsinin üzerimde bir etkisi olduğunu biliyorum. Her birinin sanat pratiğinin belirli bir geleneğe dahil olduğunu söyleyebilirim belki yine de kesin yakından baktığımızda sınırlardan söz edemiyoruz.
Dünyanın en önemli galerileri arasında yer alan Marlborough Gallery ile çalışmıştınız. Uluslararası sanat yolculuğunuzda farklı sanat fuarlarında yer almayı planlıyor musunuz?
Bugüne kadar New York’tan Hong Kong’a, Amsterdam’dan Dubai’ye çağdaş sanat üretimlerinin sergilendiği sanat fuarlarında işlerim sergilendi: Art Basel, Frieze, Arco Madrid, Art Dubai, The Armory Show, Art Breda vb. gibi. Bir süredir kişisel sergilere ağırlık veriyorum ama bu platformlarda işlerimi görmeye devam edeceksiniz. Marlborough Gallery ile eş zamanlı olarak çalışmaya başladığım pek çok sanat galerisiyle ilişkilerim devam ediyor. Gelecek iki yılın programı büyük ölçüde netleşti. Önümüzdeki yıl Litvanya’da Samogitian Sanat Müzesi’nde kişisel sergim açılacak. 2024 yılı için Venedik Sanat Bienali’ne hazırlanmaya başladım. Yine aynı yıl Moskova Modern Sanatlar Müzesi’nde işlerim sergilenecek. Şu anda yoğun bir şekilde DG Art Gallery’de 8 Aralık’ta açılacak sergim için çalışıyorum.
Eserleriniz genel olarak kimlerin ilgisini çekiyor?
Sanatçının duygusundan farklı olarak, izleyicinin ya da alıcının kimsenin bilemeyeceği bir nedeni olabiliyor beğenisinin ardında. Aynı esere bakan kişilerde her zaman farklı algılar oluşuyor, çünkü farklı deneyimlerden geçmişler. İşlerim çok geniş bir yelpazede izleyici kitlesinin ilgisini çekiyor. Bu esasında benim arzu ettiğim bir şey. Sadece üretmek değil ürettiklerimi izleyicisine ulaştırma sorumluluğu duyuyorum. Her sanat üretimi, evreni anlamayı ve yorumlamayı sağlayan etkili bir iletişim bir aracı. Benim için, eser izleyici kitlesini sanatın içine çekebilirliğiyle, izleyiciyi onu görmeden önceki psikolojik halinden arınabilmiş biçimde başka bir evrene taşınabilirliğiyle değer kazanıyor.
Örneğin Hafıza Odası sergisi en kişisel sergilerimden biriydi. Sergilenen işlerin, özellikle video ve enstalasyonların sergilenme biçiminin, izleyiciye tartışma alanı açtığını gördüm. Belirli nesneler yaşananları unutmamamız için inatçı hatırlatıcılar olarak karşımıza çıkabiliyor. Sergi süresince düzenlediğimiz konuşmalarda da bunu yakından gözlemledim. Enstalasyonda kullandığım çocukluğumun nesnelerinden biriydi ve benim kişisel belleğimdi. Ama aynı zamanda izleyicinin bu eserle kurduğu ilişki yakın geçmişimizin acı deneyimleriyle oluşan kolektif belleğe ekleniyordu.
Birçok ülkede eserleriniz yer alıyor. Müzelerde, galerilerde, şirketlerde veya evlerde… Dünyaya yayılmış olmanın içinizde yaratmış olduğu duyguyu açıklayabilir misiniz?
Kültür ve sanat alanında üretilen her şey düşünceye açılan patikaları keşfetmek için değil mi? Sahip olduğum düşünme araçlarıyla bunu nasıl yapabileceğime odaklandım her zaman. Bilinmeden önce de sonrasında da hep bu duyguyla çalıştım. Kendimize dair kurduğumuz yaşam öyküleri sayesinde var oluyoruz. Ben uzak ve yakın geçmişin hikâyeleri etrafında çalışıp bu anlatılara yönelen araçları kullanmayı seçtim. Yeniden biçimlendirmeye tabi tutmadan geçmişi anımsamanın bir yolu olmadığını biliyorum. Dolayısıyla ürettiğim işlerde geçmiş olayları anlatıya dönüştürürken mitle birlikte dilin ortak araçlarından yararlanmak çok doğal geliyor bana. Sanat bu patikaları keşfetmenin bir yolu.
Paha biçilemez diyebileceğiniz bir eseriniz var mı?
Sanat piyasasında doğal olarak her eserin için bir değişim değeri oluşur. Ama ben işlerimi sadece bu değişkenlerle düşünmek istemiyorum. Bir yapıtın değeri neyle ölçülür, unutulmaz işler nasıl yapılır gibi sorular daha çok ilgimi çekiyor. Unutulmayan, sizinle özdeşleşen işler kesin bir formülü yok. Yapabilenler, olaylara benzersiz bir bakma biçimine sahip olanlar, önsezilerini ifade etme ve iletme konusunda özgün seslerini bulmuş olanlar. Her ne kadar geçmiş işlerimin yapı taşlarından biri olsa da geçmişi yorumlarken ve çalışırken her zaman şimdideyim. Mitoslar aynı sanat gibi geçmişi ve şimdiyi sentezleme kapasitesine sahipler ve bu eski hikayeler anlatı açısından hayal ürünü olsa da günlük insan deneyimlerinden çok uzak değiller. Pek çok disiplinde mitoslara sürekli geri dönüş yaşanıyor. Yani zaman esnektir, ama bence nesneler de öyle. Ben düşüncelerle ve materyallerle oynuyorum ve insanlar oyunlarıma dahil olmayı seçiyorlar. Sergilenme pratikleri de artık sanatın üretimine içkin. O nedenle bugüne kadar ürettiğim ve sergilediğim her işin değerine, onu yaratan bakışla birlikte onu izleyen bakışın da eklendiğini düşünüyorum.